Yoğun iş temposundan uzaklaşıp biraz rahat bir gün geçireceğim bir kaçış planı vardı kafamda. Uygun zamanı kollayıp bir Cuma günü heyecanla çıktım evden. Önce bir saat tamiratı için Eminönü’ne gidecektim, planın devamı yoktu, akıntıya bırakmaya karar verdim kendimi. Tatil günümde sabahın köründe yola koyulmuş olduğum için, henüz açılmamış saatçinin kepenklerini izlemek oldu ilk aktivitem.
Beklerken etrafta dolaştım biraz. Tarihi Postanenin içinde bir müze olduğundan heberim yoktu, işaretleri görünce hemen oraya yöneldim. Binanın içine girmemiştim daha önce, gerçekten çok heybetli bir yapıymış. Müzedeki eski pullara bakarken kendi pul koleksiyonum geldi aklıma. Ne kadar da önemliydi o yıllarda o koleksiyon.
Müzede biraz dolaşıp artık açılmış olan saatçiye uğradım sonra da Galata Köprüsü’ne yöneldim. Bankalar Caddesi, Kamondo Merdivenleri, Galata Kulesi ve çevresi derken kendimi Galata Mevlevihanesi’nin önünde buldum. Daha önce kaç kez önünden geçmişimdir ama ilk defa merak ettim ve içeri daldım. Bahçesi ne güzeldi öyle; çocukluğumuzdan kalma doğallık sardı her yanımı. Kendiliğinden çıkmış ayrık otları, düzensiz ama düzenli çiçek öbekleri, kendi halinde ağaçlar, kenarda köşede boş banklar bana steril plaza, site, Avm üçgenimizin görüş alanımızı nasıl da daralttığını hatırlattı. Mevlevihane çok sade ve etkileyiciydi, huzur doldu içim, çıkıp bahçede biraz daha kaldım, baharı içime çekip Beyoğlu sokaklarına daldım. Fransız sokağından geçip Çukurcuma’ya geçtim. Oradan Beyoğlu’na dönüp filmlere gözatmaya başladım. Henüz öğlen olmamıştı bile. Bir kafede oturup kahvemi içip günün kalan kısmını burada kitap okuyarak mı geçirsem derken, gitmek istediğim filmin Anadolu yakasında olduğunu gördüm ve ışık hızıyla kalkıp, ilk vapura yetişmek üzere Kabataş’a yürüdüm.
Geminin güvertesinde güzel bir yere kurulup etrafı izlemeye koyuldum, uzunca bir bekleyişten sonra gemi kalktı. Biraz gittikten sonra Üsküdar yolculuğunun bu kadar uzun sürmemesi gerektiğini düşünüp etrafa bakınmaya başladım. Aklımdan geçen ilk düşünce “Kadıköy’e gidiyorum galiba, hadi bakalım hayırlısı.” oldu. Ancak etrafımdaki Arap turistleri farkedip görevliye kaçınılmaz soruyu sorduğumda anladım Heybeliada yolunda olduğumu.
Güzel bir İstanbul günü Adalar turu olmadan eksik kalacaktır. Bu plansız ada sefası bende bir rahatlama yarattı. Aynı uçakta olduğu gibi , kaçınılmaz ve kaçılmaz durumda kitabıma rahatça konsantre oldum sonunda. Adaya ayak basıp , dönüş vapuru saatlerini iyice öğrenip kısa bir ada yürüyüşü yaptım. Sonrası yine kentin çarkları….
Günü verimli kullandığıma şüphe yok, ekspres bir İstanbul turu oldu. Amacım biraz kafamı dağıtmaktı, sonuçta bayağı dağıttım sayılır, Adalara kadar uzandığıma göre “mission completed :)”