Babam devlet memuruydu. Yazları, kura ile gidilen deniz kıyısındaki kamu tesisleri için şansımıza güvenip heyecanla beklerdik sonuçları, hep son dakika belli olurdu. Ben 5-6 yaşlarındayken Mudanya’nın Fıstıklı köyünde Çadır Kampı’na gitmiştik. Deniz kıyısında bir büyük lokanta, bir kantin ve koca fıstık çamları kaldı aklımda. Denizi severdim sevmesine ama beni daha çok mutlu eden ağaçların altında çam fıstığı aramak olurdu. Oldum olası sevmezdim güneşin altında kavrulmayı. Ağaçların altında oyunlar oynamak, gölgelerde dolaşmak isterdim. Yıllar içinde arttı yeşile aşkım, İstanbul’un en sevdiğim yolu hep Dolmabahçe oldu, o ağaçlı yoldan geçerken büyülenirdim adeta.
Maviden çok yeşile meraklı olduğumdan gittiğim her şehirde parkların peşinde koşuyorum. Şu anda yaşadığım şehir beni hep çocukluğuma götürüyor, bugünün Barselona’sı çocukluğumun İstanbul’u… Önce buradakileri anlatayım sonra beni etkileyen diğer şehir parklarını.
Barselona’ya ilk geldiğimizde kiralık ev bulmakta güçlük yaşadık. Baktığımız dokuzuncu evi, eksiğine gediğine bakmadan tuttuk. Seçenekler arasında en akla yatkını oydu. Kararımız verip apartmanın önüne çıktığımızda bir de ne göreyim!! Eve 100 metre mesafede enfes bir yer, Turo Park. Pek büyük değil ama içinde hiç görmediğim egzotik türde kuşlarla, burnuma gelen yoğun çiçek kokularıyla hemen bağlandım buraya. Sonra da beş yıl etrafından ayrılmadım. Kovid zamanında 40 gün dışarı çıkmak yasaktı. Sadece market alışverişi ve çöp atmak için çıkıyorduk dışarı. Ben çöpleri atma bahanesiyle çıkıp kapalı olan parkın etrafında bir tur atmadan dönemezdim eve. Ortalıktaa insan kalmadığından olsa gerek parkın içinde tavşanlar da vardı fare de, doğallıksa doğallık 🙂
Geçen yıl taşındığımız Gracia yakınında da Parc del Turo del Putxet oldu favorim. Tibidabo dağı eteklerindeki bu parka ulaşmak için 15 dakikalık yokuşla günlük kardiyo egzersizimi tamamlayıp sonra da tepede manzaraya karşı nefesimi dengeledim her hafta. Barselona’da şehir planlaması yapılırken parkların yerleri ve sıklığı detaylıca çalışılmış. Büyüklü küçüklü pek çok park var, bahsettiklerim günlük hayatımın parçası olan, kalabalıktan uzak yerler.
İsteyenler için Gaudi’nin eserleriyle bezeli Parc Guell ya da gez gez bitmeyen Ciutadella Parkı alternatif olabilir. Ciutadella’nın içindeki gölde kayık sefası yapmak da mümkün. Mayıs ayında güllerle bezenmiş olan Cervantes Parkını da listeye ekliyorum. Bir de sadece bir kez gittiğim ve yokuşunda tıkandığım Parc del Guinardo var, nefesine güvenen çıkabilir.
İstanbul’daki favorilerim yine çocukluk anılarımda yer alan Emirgan Korusu ve Yıldız Parkı. Giderek kalabalıklaşan Emirgan’a hafta içi gidip aynı tadı almak belki mümkündür hala. Parkların sakinliği oluyor beni etkileyen; kuş seslerini, rüzgarı duyabilmek istiyorum. Geç keşfettiğim diğer favorim de Atatürk Arboretumu, neden daha önce gitmediğime şaşıyorum.
Yurdışında beni en çok etkileyenlerle devam; Boston’da Boston Garden ve Public Garden‘a bayılmıştım. Ağaçların yolu çevrelediği yürüyüş parkuru Back Bay‘i de park kategorisine almak isterim. New York’ta Cental Park çok kalabalık olduğu için hiç uzun zaman geçirmemiştim. İki yıl önce şehirde vakit öldürmem gerekince hadi bugün de parka gideyim dedim. Kapıdan bisiklet kiralamak yaptığım en akıllıca iş oldu, meğer ne kadar büyükmüş park ve ne kadar sakin köşeleri varmış, 3 saat yetmedi neredeyse.
Yine şehrin ortasında yer alan Madrid El Retiro Parkı uçsuz bucaksız kent yeşilliğine bir başka güzel örnek, piknik sepetini kapan soluğu parkta alıyor. Etrafı da Prado ve Thyssen Bornemisza gibi şehrin görkemli müzeleri ile çevrili.
Londra’nın çeşit çeşit parkları arasından favorim şimdilik Regent’s Park , içinde kaybolmalık bir yer. Koşu parkurları bir tarafta, ördekler, göller diğer yanda.Yağmurlu iklimin avantajı da bu Londra’ya.
Son yeşil deniz de Berlin’den. Ön çalışma yapmadan atlayıp gittiğimiz Berlin’de Tiergarten Parkı içinde gezerken ağaçlar arasında saklanmış küçük kafeleri bulmak hoş bir sürpriz olmuştu. Şehrin bu kadar içinde böylesine büyük bir yeşil alan olmasına bayılmıştım. Park değil de orman kategorisine almalı burayı belki de 🙂
Ben bu satırları yazarken Berlin Temsilciler Meclisi’nde şehre 2040 yılına kadar 500 bin adet yeni ağaç dikilmesine ilişkin önerge büyük bir çoğunlukla kabul edildi.



ben de cam fistigi toplardım , kum kovalarımıza doldurup yazlıktaki annelere satardık 🙂