Bu kez Hıfzı Topuz anlatıyor Nazım’ın yaşamını. Lise zamanlarından ölümüne kadar olan dönem yer alıyor kitapta. Sanatçının naifliği, her şeye ve herkese rağmen mücadelesinden ödün vermeyişi, bazen inatçı ama bir o kadar da sevgi dolu oluşu içtenlikle anlatılmış.
Nazım hayatına giren kadınları üzdüğünde, hem onları düşünüp suçluluk duyuyor hem de aşka aşık bir insan olduğu için yoluna devam ediyor. Kitap ilerlerken, bir yanım bu kadar insanı ardında bıraktığı, üzerine düşen sorumlulukları taşımadığı belki de taşıyamadığı için Nazım’a kızarken bir yanım onun dağınık saçlı büyümeyen oğlan çocuğu halini görüp affetti.
Nazım’ın inançları, idealistliği, ardından gelen pek çok kişiye ilham verdi şüphesiz. Öyle bir adam ki tüm dünya ayaklarının altına halı sermişken kendi ülkesi ona sırt çevirmiş. O da yurt özlemi çekerek dünyadan göçmüş gitmiş.
Hapiste yaşadıklarını biliyoruz. Sürüden ayrılanlar, aklını kullananlar, haksızlıklara kafa tutanlar sistem tarafından cezalandırılıyor. Zülfü Livaneli’nin yaşamını okurken de düşünmüştüm; köhne yapısı içinde toplumu ve bireyleri baskı altında tutmayı tek görev sayan kurumların insafına kalmasa keşke hiç kimse. Dışardan bakarken bile isyan ettiğimiz kurallara ve yersiz baskılara birebir maruz kalanlar kim bilir hangi duygularla katlanıyorlar başlarına gelenlere?
Meraklısına Conviction (Mahkumiyet) adlı filmi öneririm. Hayatını, haksız yere hapis yatan ağabeyini kurtarmaya adamış bir kadının gerçek yaşam hikayesi.
Bir insanın özgürlüğünün haksız yere kısıtlanması, boş vaadlerle beklentiler yaratılıp sonra da kaderine terkedilmesi nasıl bir psikolojik savaştır, yaşamadan anlamak mümkün değil. Nazım’ı anlatan filmi izlememiştim, onu izleyeceğim şimdi.