Takım olarak çalışmayı severim ben. Birlikte kazanıp kaybetmeyi, sonuna kadar denemeyi, nefesim kesilirse takım arkadaşlarıma sırtımı yaslamayı, onlara sorup öğrenmeyi severim. Kurumsal yapılar, kimilerine yalan dünya gibi gelse de bence o dünyanın içinde Sahicilik Klübü oluşturmak mümkün.
Kendi değerlerinden ödün vermeden, üstlerine yaranmak için eğilip bükülmeden de başarılabilir, bunu gördüm. HP gibi kurumsal değerleri güçlü olan, çalışanlarında aidiyet yaratmayı hedefleyen bir yerde çalışıyor olmak da bana mutluluk veriyor.
Yine de….
Zaman zaman sorgulamalara giriyor, yeniden değerlendirmeler yapıyorum. Ne yapıyoruz, neden ve nasıl yapıyoruz, öğrenilmiş kalıplarla mı ilerliyoruz yoksa yeni fikirlerin peşinden gidebiliyor muyuz ekip olarak? En önemlisi herkesin sesini duyabiliyor muyuz? Bu sorular ve düşünceler son yıllarda verdiğim eğitimlerde de öne çıkar oldu. Kurum kültürünün toplam şirket performansını nasıl etkilediğini, yetkin liderliğin ekipleri nasıl dönüştürdüğünü ya da tam tersi durumlarda Yıldızlar Kadrosu’nun bile işe yaramadığını gördüm.
Tanık olduğum bazı örnekler var ki hem komik hem üzücü gelir bana…
Yönetici adet olduğu ve beklendiği üzere takımı kaynaştırma günleri organize eder. Dağlara, tepelere gidilir, takım ruhunu geliştirecek oyunlar oynanır. En güzel kaynaşma da bu “off site” toplantılarda olur gerçekten. Ama Pazartesi ofise dönen çalışan, haftasonu yaşananların bir rüya olduğunu görür, eğer gerçek bir lider yoksa ortada. Açık ofis sisteminde bile takımından eeeeen uzak, en kuytu ve tabii ki en ulaşılmaz köşede oturur yöneticimiz. Mesafeyi korumak (ya da kendini korumak ) ister, ekiple birlikte gülmek yasaktır adeta, Öyle zamanlarda içimden şu geçer; “Canım sen zahmet etmeseydin ve şirketin parasını takım çalışmasına harcamasaydın keşke, bak çöp oldu aktivite!!”
Geçenlerde Castrol’de yıllarca üst düzey yöneticilik yapmış olan Ömer Dormen’in bir söyleşisine denk geldim. Özellikle Kovid zamanında bazi gerçeklerin nasıl da berraklaştığını anlatıyordu kendi gözünden. Herkes evlere kapanmış günde on tane telekonferansa girerken, herhangi bir yüz yüze görüşme ihtimali yokken daralmış biraz. Ama diyordu “en zoru da saçma bir fikre saçma diyememek, saygı duymadığın, sahici olmayan liderleri saatlerce dinlemek ve “politically correct” ama içten içe mutsuz olmak”
Yüzde yüz katılıyorum söylediklerine. Liderlerin kapsayıcı kurum kültürünü özümsemesi, göstermelik ve samimiyetsiz mesajlardan uzak durmasından daha iyi bir yol yok başarı için.
Ne mutlu ki devir değişiyor. Özellikle gençler için Kovid sonrası yeni kapılar açıldı.Değişime ve gelişime kapalı yöneticilerin iki dudağı arasında olan kararlara bağlı olmadıklarını; farklı seçeneklerinin olduğunu, hibrit çalışma ya da “freelance” çalışmanın da ekonomik getirisi olduğunu keşfettiler.
Eğer yetkin çalışanları firmalarımızda tutmayı hedefliyorsak , biz yöneticilere düşen sahici olmak , kapsayıcı kurum kültürüne yatırım yapmak ve eski neslin pek sevdiği hiyerarşik yapıların çökmekte olduğununun farkına varmak. Gençlerden öğrenme fırsatını da kaçırmamak.
Dilerim ki karşınıza empatisi yüksek, takdir etmeyi ve dinlemeyi bilen liderler çıksın.
Kurum Kültürü ile ilgilenenler için kitap önerilerimi de iliştiriyorum.
Daniel Boyle, Culture Code
Simon Sinek , The Infinite Game
Robert Kegan & Lisa Laskow , Immunity to Change



Çok güzel bir yazıydı, tşkler