Kafamın içinde konuşan seslerden yoruluyorum bazen. Malum Türkiye’nin ve dünyanın gündemi hepimizi boğdukça boğuyor. “Artık haberlere bakmak istemiyorum, elden de bir şey gelmiyor!” sesiyle “Susup kafanı çevirirsen, herkes böyle yaparsa nasıl değişecek bu sistem?” sesi çatışırken birbirine benzer günler ve gündemlerle yılları deviriyoruz.
Yurtdışında olunca üzerine bir de suçluluk duygusu ekleniyor. Sanki Türkiye’de olsam birşey değişecekmiş gibi. Hepimizin derdi de bu; biraz serzeniş, bir iki post, belki bir iki protesto yürüyüşü dışında ne yapabildik ki bugüne kadar?? Zaman zaman Sivil Toplum Örgütleri ile projeler yapıp, eğitim gönüllüsü olarak çalışsam da köklü bir değişimin uzakta olduğunu, yapılanların denizde bir su damlası olduğunu bilmek mücadele gücünü kırıyor bazen.
Sonuçta insanoğlunun kötülüğüne tanıklık ettiğimiz zamanlar…
İş yerinde de bu kültürel ve küresel çözülmenin yansımaları farklı sorunlara yol açıyor. Dünyadaki kutuplaşmanın ve eşitsizliğin gölgesi ofislere düşüyor adeta. İşler iyi giderken takım ruhu ayakta kalıyor da şirket hedeflerine ulaşmak zorlaştıkça ekiplerin sınandığı testler çıkıyor ortaya. Eğer altyapı güçlü değilse;
Çalışanların çatışması, en küçük problemde satış, tedarik ve üretim departmanlarının okları birbirine doğrultması;
Yöneticilerin farklı ve yaratıcı seslere kulaklarını tıkaması, ülke yönetimlerinde olduğu gibi merkezi karar alma sisteminin güçlendirilmesi,
Hatta puslu havaları sevenlerin kapalı kapılar ardındaki kulislerle hak etmedikleri görevleri talep etmesi ve hatta alması örneklerinin ardı arkası kesilmiyor.
Maalesef sosyal adalet bilinci otomatik yüklenen bir yazılım değil insana, kanun koyucuların koruması ve denetlemesi olmadığında hepimizin içinden canavarlar çıkıyor, bilimsel verilerle sabit. Ülke ilişkilerinde de şirket içi yapılarda da bu kural değişmiyor.
Derslerde, benzer karamsarlıkları olan gençlerle konuşurken onların endişelerine şöyle yanıt vermeye çalışıyorum;
- Evet herşey karanlık görünüyor bazen, yine de her gün bir adım atarak yol kat etmek mümkün.
- Dünyayı değiştiremesek de çevremizi değiştirebiliriz.
- Tanık olduğumuz ya da uğradığımız haksızlıklara sessiz kalmamayı seçebiliriz.
- Destek olabileceğimiz birine elimizi uzatabiliriz
- Dünyayı saran tüketim çılgınlığının esiri olmayabiliriz. Deliler gibi her yeni trendin peşinde koşmayabiliriz.
- Güvenilir haber kaynaklarını takip edip, yanlış bilgi yayanlara cevap verebilecek kadar dünyadan haberdar olmaya çalışabiliriz. (Açık Radyo’nun başına gelenlere bakınca bu bile güç görünüyor gerçi!!!)
- Ayrımcılık yapanlara inat, davranışlarımızla örnek olabiliriz.
- Cinsiyetçi dili değiştirebiliriz. “Kızlar öyledir, erkekler böyledir” genellemelerini bırakabiliriz.
Bugün, sıkı takipçisi olduğum Nilay Örnek’in podcast serisinde Fırat Neziroğlu’un dinledim.. Kendini geliştirerek, çevresine ışık saçarak, gücü kötüye kullananlara kendi yöntemiyle cevap vererek, hiç planlamadan nasıl dünya çapında işlere imza attığını görmek umutlarımı yeşertti . İyiliğinden, çok yönlülüğünden, donanımından ve heyecanından etkilenmemek mümkün değil.
Çocukluk arkadaşım Eğitimci Yazar Banu Özkan Tozluyurt‘un da mimarlarından olduğu Birlikte Geleceğiz Destek Projesi ile Anadolu köylerinde yaptıklarını da anmadan geçemeyeceğim. Özellikle Hatay’da sürdürülebilir eğitim çalışmaları ile birçok kişiye ulaşıyorlar.
Pozitif olmaya çalışmaktan, iyilerin yanında olmaktan ve her gün yeni bir adım atmaktan başka bir çare var mı?? Birlikte yürüyecek yol arkadaşları da bulursak ne ala 🙂
Eline sağlık