Bayılırım eğitimlere. İş hayatımın başlarındayken açılacak eğitimleri kovalardım. Bilginin bugünkü gibi parmağımızın ucunda olmadığı o günlerde, sunulan içerikler ufkumu genişletmişti. Yurtiçi eğitimlerin takımları kaynaştırma rolü de vardı; iki günlüğüne otele kapanıp bir konuya odaklanmak, birlikte zaman geçirip oyunlar oynamak kadar takım ruhunu güçlendiren aktivite azdır.
Yurtdışındaki eğitimlerse bana farklı kültürleri tanıma imkanı vermesinin yanısıra günlük koşturmacadan çıkıp yaptığım işe farklı bir perspektiften bakmamı sağlayan molalar oldu.
Eğitimlerde altyapısı oluşturulan ortak iletişim dilinin sorunları adreslemede fark yarattığı açık. Bu zaman diliminin odaklı geçirilmesi, farklı gruplarla kaynaşma fırsatı olarak değerlendirilmesi de faydalı. Kübiklerimize kapanarak birbirimizi anlamamız ve verimli çalışmamız zor.
Her eğitim programı aynı etkiyi yaratmıyor tabii ki. Çok zorlama olanlar, içeriği yetersiz kalanlar da tecrübe hanesine ekleniyor, iyi örneklerden olduğu kadar kötülerinden de öğrenmek mümkün.
Beni etkileyen eğitimlerden biri Stanford Üniversitesi Liderlik Programı olmuştu. On aya yayılan programda HP’nin 50 bin çalışanı içinden seçilen 60 kişiydik. Amerika, Asya Pasifik ve Avrupa olmak üzere üç eşit grup olarak katılmıştık.
Eğitimin ilk gününde herkes kaynaştırıldı, daha az temasta olan ülke ve ürün gruplarından kişiler biraraya getirildi. Benim Asya Bölgesi ile çalışma tecrübem yoktu o güne kadar. Yeni bağlantılarım bu bölgenin çalışma kültürünü daha iyi anlamamı sağladılar.
Dünyanın farklı yerlerinden gelen bizler “jetlag” etkisini atlatamadan sınıflara yollandık. Her sabah, isteğe bağlı spor ve kahvaltı sonrası 07.40 sularında sınıflara giriş yaptık. Program gereği, yüz yüze olacağımız günleri verimli geçirmek adına akşam yemeği bitiminde de çalışma saatleri planlanmıştı. Bu kadar uykusuz kalıp geç saatlere kadar proje üzerinde çalıştığım başka bir eğitim olmadı doğrusu.
Derslerde dikkatimi çekenlere gelince;
Çok interaktif bir sistem var, sırtımı yaslayıp 5 dakika rahat oturamadım.
Bir soru sorarsan hoca geri dönüp soruyu farklı formatta sana soruyor, düşünce kalıplarını kırmaya çalışıyor, her an yeni bir fikir ortaya atılıyor.
Daha kahveni içmeden, “haydi şimdi ayrılalım, şu odada grubunuzla çalışın” komutu geliyor. O bitiyor, sunum hazırlayıp paylaşıyorsun.
Kullanılan veri seti, video ve görsel araçların haddi hesabı yok. İlgiyi canlı tutmak için herşeyi yapıyorlar. Hocaların bir kısmı 70 yaş üstüydü, enerjileri inanılmazdı.
Ekiplere verilen projeler hayali değildi. Her bir konu HP’nin üzerinde çalıştığı ve gelecekte sunmayı düşündüğü ürün ya da servisler üzerine. Zaten son turdaki sunum, şirketin yatırıma karar verici ekibine yapılıyor. Bir yandan iyi bir görünürlük fırsatı bir yandan da büyük stres.
Program başlamadan önce tüm katılımcılara yüzlerce sayfa not gönderiliyor. Örnek hikayeler, finansal tablolar vs. Hazırlıklı gitmezseniz ajandayı yakalamanız zor. Program boyunca işlenen konular büyük bir resmin parçaları gibi son turda toparlanıyor.
Adım adım çalıştığımız konular;
Şirket Kültürü,
İş Modelleri,
Yaratıcı Düşünme Sistemleri,
Yıkıcı (Disruptive) İnovasyon Örnekleri,
Büyük Şirketlerde Start-up Modeli,
Değer Zinciri Oluşturulması
Pazara Gidiş Modelleri
Stratejik Liderlik
Her bir konu firma örnekleri ile işlendi. Başarılı olanlar kadar başarısız girişimler üzerine de konuştuk. Girdiği alanı kökten değiştiren örnekler ilgi çekiciydi. Netflix’in görsel içerik dünyasını genişletmesinden Uber’in ulaşım ve ürün teslimatına getirdiği yapyeni soluk ve benzerleri.
Uzun süre aynı işi yapan kişilerde mesleki körlük olabiliyor. “Ben bilirim”ler, “Bunu denemiştik”ler havada uçuşuyor. Bir adım geriye çekilip, farklı sesleri dinlemek, takım çalışmasına değer vermek, iş bölümü yapmak, karar mekanizmalarına gençleri dahil etmek ve en önemlisi okumaktan, dinlemekten ve öğrenmekten vazgeçmemek iş hayatındaki yolculuğu daha zevkli hale getiriyor bence.
Filizciğim bir eğitimci olarak bu yazdıklarından ben de kendi payıma çok şey aldım.