Taşınalı 6 ay olmuş İspanya’ya; işler, güçler, okul, sevdiklerimizin ziyaretleri derken zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Buraya bahar geldi, güneşli havalarda insanlar da canlanıyor, her yer cıvıl cıvıl. Biz de doğaya kaçıyoruz her fırsatta. Bisiklet turları, köylerde saklı lezzet arayışları hafta sonlarımızı renklendiriyor.
Çok da oyalanmadan Cordoba sokaklarına attık kendimizi, büyük değildi eski şehir. Şehrin tarihiyle ilgili bilgi almak için rehber eşliğinde gezimize başladık. Rehberle şehrin kabasını almak iyi oluyor. Kısa bir adaptasyondan sonra şehri daha iyi anlamış olarak kendimiz devam edebiliyoruz. Genç rehberimiz heyecandan olsa gerek notebook çantasını ilk durduğumuz yerde unutup kısa bir panik yaşadı, neyse ki kısa sürede çantasını bulup döndü. Gezimiz Almodóvar kapısından başladı. Cordoba, Romalılar zamanında çok önemli bir yerdi. Filozof Seneca burada yaşamış, birçok bilim adamı ve sanatçı buralara gelmiş gitmiş, bunlardan biri de İbn-i Rusd’dü. Magribiler ve Emeviler yüzlerce yıl buralarda yaşamışlar, büyük camiler, hamamlar, köprüler Ortadoğu’yu yansıtıyor zaten. Büyük Cami’nin yerinde bugün büyük bir kilise var, içerdeki cami öğeleri korunmuş. Cordoba’nın ara sokakları, Yahudi mahalleleri içinde gezdik biraz. Evlerin önünde farklı seramiklerle süslenmiş, rengarenk çiçeklerle dolu avlular, bakımlı boyalı duvarlar arasında saatler geçirip yemeğe gittik.
İlk tatil dönemi için Endülüs planı yapalı çok olmuştu. Yine üç silahşörler gibi çantalarımızı aldık, çıktık yola. Sevilla’ya uçup orada araç kiralayıp Cordoba’ya geçtik. Sessiz yollar, pastoral manzaralar eşliğinde iki saatte Cordoba’ya vardık. Kısa süreli ev kiraladığınızda bazen olumlu bazen olumsuz sürprizler çıkar karşınıza. Bu defa kaldığımız ev bir harikaydı. Sımsıcak bir dekorasyon, yeni yayılmış örtüler, mis kokulu havlular buradaki misafir ağırlama anlayışının bir göstergesi olsa gerek. Buzdolabı da tıka basa doluydu. Evin arkasındaki kısıtlı alanı da özenle kullanmış, harika bir bahçe yapmış, hamak bile kurmuşlar.
Ertesi gün, daha önce de yaptığımız Via Verde bisiklet turundaydı sıra. Yeni tren yolları yapılıp eskiler kullanılmaz olunca, buraları elden geçirip doğa içinde bisiklet yolu olarak kullanmaya karar vermişler İngiltere ve İspanya’da. Ne güzel bir fikir!! Ormanın içinden, köprülerden, kanyonlardan geçerek kuş sesleri arasında bisiklete binmek nasıl bir meditasyon anlatamam. Yıllardır duymadığım çiçeklerin kokuları çocukluğuma götürdü beni. Otların, çalıların arasında oynardık küçükken, uzun süredir görmediğim bu bitki örtüsü eski bir tanıdık gibi geldi bana, kokular arasında kayboldum.
Başlangıçta yokuş aşağı mutluluk nidalarıyla giden ben, 25 km’nin sonunda pek de dik sayılamayacak yokuşlarda nefes nefese kaldım. Ekip gözden kaybolurken ben de kondisyonumu geliştirmem gerektiğini anladım. Zor da olsa turu tamamladıktan sonra yemeklere dalma sırası geldi nihayet.
O gece konaklayacağımız adres Ronda köyüydü. Fotoğrafçılar için bulunmaz bir yer olmalı Ronda. Mistik bir havası da var, Ortaçağa ışınlanmış gibi olduk. Koskoca bir kanyon, derin kanyonun üzerinde gözalıcı bir köprü ve bu manzaraya karşı güneşin enfes doğuşu ve batışı rüya gibiydi. Yaz aylarında gelenler kalabalıktan şikayetçi olabilirler belki, biz Şubat’ta gitmemize rağmen turist ve fotoğrafçı yoğunluğu vardı. Her köşeden koskoca bir saray, kilise ya da köşk çıkıyor, her evin bahçesinde kaç yıllık olduğu belli olmayan ama yüz yılını devirmiş gibi görünen ağaçların gölgesi sizi karşılıyor.
Beyaz köy turlarımız şaşkınlıkla devam etti, daha fazlası olamaz dediğim her an inanılmaz manzaralar karşımıza çıktı. Göller, dağlar, ovalar, vadiler, uçsuz bucaksız zeytin ağaçları, adeta pastoral resmin parçası olsun diye çayırlara serpiştirilmiş koyunlar. Yolculuk dediğin böyle olur, manzarayı izlerken bitmesini istemediğim bir filmi seyreder gibi oldum.
Son olarak büyük bir göle karşıdaki tepeden bakan Zahara köyüne gittik. Orada üretilen Payoya peynir üretim gördük, peynirlerimizi aldık. Dallarında portakallar ve limonlarla dolu ağaçları ve renkli köyleri arkamızda bırakıp Sevilla’ya doğru yola çıktık.
Sevilla çok canlı ve açık hava barı gibi bir şehir. Endülüs Günü sebebiyle tatil başlamıştı. Dışarıda şarkı söyleyenler ve ellerinde içkileriyle meydanlarda takılanlarla neşeli, hareketli ve enerjikti. Ertesi gün bisikletli rehberimizle buluşup şehri gezdik. Tarihi dokusu kadar, rahat ve keyifli atmosferi ile de aklımda kaldı Sevilla. Hem şehrin hem de önemli binaların tarihini dinledik. Sevilla filmlere plato, fuarlara ev sahibi olmuş yıllarca. Söylenen her güzel şeyi hak ediyor.
Bu harika geziyi daha Covid Avrupa’da gündem olmamışken yaptık. Dönüşümüzden neredeyse bir hafta sonra ise hepimiz evlerimize kapanıp neredeyse kırk gün dışarı çıkamadık. Neyse ki İspanya’yı tanıma kapsamında yaptığımız ilk gezimiz güzel Endülüs’ün anıları zihnimizde…